Milletine Olan Güveni
Toplantıda kendisinden evvel söz söyleyenlerden biri ona: “Nereden ilham ve kuvvet” aldığını sormuştu; Atatürk bu soruya millet hizmetinde bulunan insanların ilham kaynakları hakkında, uzunca bir tahlil yaparak cevap verdi. Sonunda kısaca demişti ki:
“Efendiler… İlham ve kuvvet kaynağı milletin kendisidir; milletin müşterek arzusu, gerçek temayülüdür. Varlığımızı, istiklalimizi kurtaran bütün teşebbüs ve hareketler; milletin müşterek fikrinin, arzusunun azminin yüksek tecellisinden başka bir şey değildir.”13
Herkesin Millete İnanmasını İstedi
Zaferi müteakip yaptığı seyahatte Samsun’a da uğramış, orada öğretmenlerle görüşüyordu.
Öğretmenler adını konuşanların, kendisi hakkında çok sitayişkarane sözler söyleyişlerini sükunetle dinledikten sonra, onlara şu cevabı vermişti:
“Vatandaşınız olan herhangi bir şahsı, istediğiniz gibi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz! Fakat bu sevgi, sizi milli varlığınızı, bütün muhabbetlerinize rağmen herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermenize sebep olmamalıdır. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olmaz. Ben ancak vazifemi yaptım. Bana, bu ilhamı ve kudreti nereden aldığımı soruyorsunuz. Cevap olarak diyebilirim ki, bugünkü uyanıklığı, düne, geçmişe borçluyuz. Geçmişte bu milletin çektiklerinden büyük bir ilham ve kudret kaynağı olamaz!”14
Millet Adamıydı
Milli Mücadele’nin buhranlı günlerinde, Ankara civarında yaptığı bir gezintiden dönerken, yolda sarıklı bir hocaya rast gelmişti. Konuşurken, üstlerinden geçen uçağı göstererek, sordu:
“Hocam, bu uçak nasıl uçuyor?”
“Ne bileyim ben… Öğretmediler ki bize?”
“Peki, sen ne bilirsin?”
“Ne mi bilirim. Bu uçağa bin dersin, binerim, oradan kendini aşağı at dersin, atarım… İşte ben bunu bilirim ama, bunu da senden öğrendim, Paşam!”
Mustafa Kemal, bu söz üzerine:
“Var ol hocam!.. Ama, şunu da bil ki, ben de senin gibiyim… Ben de, milletin hiçbir arzusunu, hiçbir isteğini, hayatım pahasına da olsa, yapmamazlık edemem!..”15
Atatürk ve Din Adamları
Milli Mücadele’nin en buhranlı günleriydi. İstanbul ile Ankara arasında fetva kavgası tüm şiddetiyle devam ediyordu. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi bünyesi içindeki din adamlarından seçtiği İrşad (Aydınlatma) Heyetleri’ni vatanın köyüne-kentine göndermek ve gerçekleri vatandaşa anlatmakla görevlendirildi. Milli Eğitim Bakanı Türk Ocakları Genel Başkanı olan rahmetli Hamdullah Suphi Tanrıöver’di. Mustafa Kemal’e geldi.
“Paşam… Bunlar çoğunlukla Arapça konuşacaklar. Halk ne anlayacak?”
Atatürk gülümsedi.
“Sen üzülme Hamdullah… Onlar Arapça konuşsalar bile Türkçe düşünürler” dedi.
Cami ve Atatürk
Mustafa Kemal Edirne’yi ziyaretinde Mimar Sinan’ın o muhteşem camiine bir müddet hayran hayran baktıktan sonra fikrini ve ihtisaslarını şu sözlerle belirtti:
“… Camiler, birbirimizin yüzüne bakmak için yapılmamıştır. Camiler, itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için, neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmışlardır.”16
İslam Dini
Gene bir toplantıda din konusu tartışılıyordu:
Atatürk:
“Din insanların gıdasıdır. Dinsiz adam boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir. Mutlaka bir şeye inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu elbette en mükemmelidir. İslam Dini hepsinden üstündür.”17
Atatürk’ün Dindarlığı
Sabiha Gökçen şöyle naklediyor:
“10-11 yaşında idim. Bursa’daki evimiz Atatürk’ün köşküne çok yakındı. Bir gün Atatürk Bursa’yı şereflendirmiş, köşkün bahçesinde dolaşıyordu, ben de onu yakından görmek arzusu ile kıvranıyordum.
Yine bir gün bahçede dolaştığı sırada yerimden fırladım, Ona doğru koştum. Beni yolumdan çevirenlere ağlamakla karşı koymaya çalışıyordum, birden bir ses işittim: “Bırakın onu” diyordu, “Bırakın gelsin.” Koşarak Ata’nın yanına gittim, ellerine sarıldım. Atatürk sordu:
“Çocuk, sen okula gidiyor musun?”
Harpler sebebiyle okulumu yarıda bırakmıştım ve bir yatılı okula alınmamı istedim.
“Ben seni yanıma alayım, gelir misin?” diye Atatürk sordu.
“Abime sorayım” dedim. Kabul ettiler, derhal çağırtarak onunla konuştu, anlaştılar. Böylece Çankaya’ya geldim.
Uzun zaman ayrı kaldığım okuluma yeniden başlamanın sevinci içinde memnundum. Çankaya Köşkü bahçeleri içindeki eski bir seyis evi düzeltilerek okul haline getirilmişti. Köşkte çalışanların, yaverlerin ve diğer hizmetlilerin çocukları ile birlikte ben de bu okula gitmeye başladım.
Bir sabah, Ata’nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim birden, derin bir iç geçirdi ve “Allah!” dedi. (O, sık sık bu şekilde yapardı.)
Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum, bu tesirle olacak bir hayli şaşırdım. Onun ağzından Allah kelimesini duymak beni şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı.
Ata’nın yüzüne şaşkın bir şekilde bakmış olacağım ki:
“Sen dindar mısın?” diye sordu.
Ben de ailemden aldığım din terbiyesi ile;
“Evet dindarım” dedim ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti.
“Çok iyi… Allah, büyük bir kuvvettir. O’na daima inanmak lazımdır” dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki; Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur ve Ata, bütün söylenenlerin hilafına dindar bir insandır. 18